ADSIZ ŞİİRLER

ADSIZ ŞİİRLER
 

 

Baba!
her yılbaşında
    sana söyleyecek
                        bir tek
                              sözüm var :
"Seni ne kadar çok seversem
                               o kadar
        çok olsun ömründen geçen yıllar..."

Baba!
        Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım!
Ne zulüm, ne ölüm, ne korku
                            başımı eğemez!
Yalnız senin elini öpmek için
                                      eğilir başım.
Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım...

1 Ocak 1932
 


 

Hasretini, yokluğunu, sensizliği
bir ateş yanığı gibi öyle acıyla duydum ki yüreğimin etinde,
gitgide çoğalarak
           gitgide derinden işleyerek
                      öyle dayanılmaz oldu ki bu
                            seni boğabilirdim senden kurtulmak için
                            çünkü seni o kadar seviyorum.

25 Şubat 1943
 


 

Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa,
balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
 

15 Eylül 1958
 


 

İşte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz
biraz çakılından aldık
biraz da masmavi tuzundan
sonsuzluğundan da biraz
ışığından da birazcık
birazcık da kederinden
bir şeyler anlattın bize
denizliğin kaderinden
biraz daha umutluyuz
biraz daha adam olduk
işte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz
 

27 Eylül 1958
 


 

Seni düşünürüm
anamın kokusu gelir burnuma
                     dünya güzeli anamın.

Binmişin atlıkarıncasına içimdeki bayramın
fır dönersin eteklerinle saçların uçuşur
bir yitirip bir bulurum al al olmuş yüzünü.

Sebebi ne
              seni bir bıçak yarası gibi hatırlamamın
sen böyle uzakken senin sesini duyup
                            yerimden fırlamamın sebebi ne?

Diz çöküp bakarım ellerine
ellerine dokunmak isterim
dokunamam
arkasındasın camın.
Ben bir şaşkın seyircisiyim gülüm
alacakaranlığımda oynadığım dramın.

7 Ağustos 1959
 


 

Gülüm, iki gözümün bebeği
ölmekten korkmuyorum,
ölmek arıma gidiyor,
onuruma yediremiyorum ölmeği.

15 Ağustos 1959
 


 

Aya gidilecek
            daha da ötelere,
teleskopların bile görmediği yere.
Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç
                                                            kalmayacak,
            korkmayacak kimse kimseden,
            emretmeyecek kimse kimseye,
            yermeyecek kimse kimseyi,
umudunu çalmayacak kimse kimsenin?

İşte ben komünistim bu soruya karşılık
                                                             verdiğim için.
26 Ağustos 1959
 


 

Merih'e giden kosmos gemisinde turistler
yeryüzüyce yazılmış şiirler okuyacak.
Her sözü beste beste, renk renk, kat kat açarak
        en sırlı çekirdeğe ulaşabilecekler.

Aralık 1959
 


 

Ak bir karanfil gibi çatlayıp da çekirdek
atom bahçelerine yürüyünce aydınlık,
yalnız meraklıları değil, bütün insanlık
        şiirin aynasında kendini seyredecek.

Aralık 1959
 


 

hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma
            ince hastalık yürek enfarktı kanser filan
işsizlik açlık filan
tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını
            kuraklık falan
karasevda ayyaşlık filan
polis copu hapisane kapısı falan
senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.
 

10 Eylül 1961

 


Seni düşünmek güzel şey
                                  ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
                              şarkı söylemek istiyorum...
 
Sevgilim,
başlar önde, gözler alabildiğine açık,
yanan şehirlerin kızıltısı,
                            çiğnenen ekinler
                            ve bitmez tükenmez ayak sesleri :
                                                                                  gidiliyor.
Ve insanlar katlediliyor :
                                      ağaçlardan ve danalardan
                                                                            daha rahat
                                                                            daha kolay
                                                                            daha çok.

Sevgilim,
bu ayak sesleri, bu katliâmda
hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman...

                                                                                    (İstanbul Hapisanesi)
 


 

Kırdılar tazecik yeşil dallarımızı
Kırdılar kitap tutan ellerimizi
Kanına girdiler çocuklarımızın.

Nisan 1960

 


 

Seviyorum seni ekmegi tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
              ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır posta paketini,  neyin nesi belirsiz,
              telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
              içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
seviyorum seni "Yaşıyoruz çok şükür!' der gibi.

27 Ağustos 1960
 


 

Laypzig'de bir yağmur yağıyor incecikten,
yağıyoruz vitrinler, ağaçlar, insanlar,
                            bir de otomobillerin hızı,
                            bir de geçmiş zamanlar,
                            bir de saman sarısı,
                            bir de ben
                yağıyoruz yağan yağmurla beraber incecikten.

18 Eylül 1960
 


 

İnsanların türküleri kendilerinden güzel,
                                kendilerinden umutlu,
                                kendilerinden kederli,
                daha uzun ömürlü kendilerinden.
Sevdim insanlardan çok türkülerini.
İnsansız yaşayabildim
                 türküsüz hiçbir zaman.
Hiçbir zaman beni aldatmadı türküler de.

Türküleri anladım hangi dilde söylenirse söylensin.

Bu dünyada yiyip içtiklerimin,
                              gezip tozduklarımın,
                              görüp işittiklerimin,
                              dokunduklarımın, anladıklarımın
                                      hiçbiri, hiçbiri,
                beni bahtiyar etmedi türküler kadar...

20 Eylül 1960
 


 

günde kaç milyon insan ölür yeryüzünde
                                      doğar kaç milyon
kaçı yaşadım diyebilirdi
        kaçı yaşadım diyebilecek
kaçı günde üç öğün yemek yiyebilirdi
                        kaçı yiyebilecek

13 Ağustos 1961

 


 

Yaşım altmış
on dokuzumdan beri bir düş görürüm
yağmur çamur yaz kış
uykuda uyanık
takılmış düşümün peşine yürürüm.
Neleri alıp götürmedi benden ayrılık;
kilometrelerle umut, tonlarla keder,
taradığım saçlar, sıktığım eller.
Bir düşümle ayrılmadık.
Avrupa'yı, Asya'yı, Afrika'yı düşümle dolaştım
bir Amerikanlar vize vermediler
denizlerden dağlardan çöllerden çok adamları sevdim
                                                             adamlara şaştım.
Mapusanelerde ışığıydı hürriyetimin
ekmeğimin katığıydı sürgünde
her biten akşamdaydı, her başlayan günde :
ulu kurtuluş düşü memleketimin.
1962
 


 

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler
21 Mayıs 1962

Bugün 223 ziyaretçi (712 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol