İSTİĞRAK

İSTİĞRAK

 

Tasavvur et ki muzlim bir şeb-i ecrâm-nâpeydâ:

Yatar heybetli âgûşunda dûrâdûr bir feyfâ;

Düşen gümrâh için yol bulma yok emvâc-i zulmetten;

Gidilmez... Her adim attikça bir girdâb olur rehzen;

O rîkistâna batmış, çalkanan seyyâh-i âvâre

Nasıl müştâk ise bir nûra, bir necm-i rehâkâre;

Sana ey lem'a-i ümmîd ben de öyle müştâkım;

Görün bir kerre zîrâ pek karanlık oldu âfâkım!

 

 

Geçir pîş-i hayâlinden ki cûşâcûş bir umman:

Nişandır yükselen her mevc-i tûfan-hîzi bir dağdan;

Ölüm var, kurtuluş yok sâhil-i imdâd uzaklarda;

Demâdem rûh titrer korkudan donmuş dudaklarda.

O coşkun unsurun savletleriyle uğraşan kimse,

Nasıl eyler tehâlük bir kenâr-ı tesliyet görse

Muhât-ı lücce-i ye's olduğum bir böyle hâlimde

Senin tayfın da aynıyle o sâhildir hayâlimde.

 

 

Düşün âvâre bir mâder ki: Evlâdından olsun dûr;

Tahayyül eyle yâhud bir yetîm-i hânüman-mehcûr;

O bedbahtın nasıl evlâdı hiç gitmezse yâdından;

Nasıl çıkmazsa mâder, öksüzün bir dem fuâdından;

Benim yâdım da, ey ârâm-ı can, yâd-ı güzînindir.

Ne yapsam çünkü manzûrum, senin feyz -i mübînindir:

Çemen emvâc-ı nûrundur, fidanlar yâl ü bâlindir:

Sulardan akseden sûret cemâl-i lâyezâlindir.

 

Hırâm-ı nâzenînindir o raksan mevceler cûda;

Mutarrâ nükhetindir gizlenen ezhâr-ı hoş-bûda.

Leyâlin sînesinde hâbe dalmış nâzenîn eshâr,

Eder gîsûna yaslanmış cebîn-i pâkini ihtâr.

Nigâhından saçılmış lem'alardır pîş-i hayrette

Yüzen ecrâm-ı nûrânûr bahr-i sermediyyette.

Zemin lebrîz-i âsârın; semâ pâmâl-i envârın:

Avâlim hep merâyâ-yı nazar pîrâ-yı dîdârın.

 

 

Çekilmek istemiş de subh-dem bir cây-ı tenhâya,

Oturmuş sâhil-i deryâya, dalmıştım temâşâya.

Henüz âfâk açılmıştı: Semâ mahmûr idi hâttâ

Nümâyân olmamıştı hâb-gâhından güneş hâlâ.

Derin bir samte müstağrak leb-i deryâda hiç ses yok...

Sabâ durgun, sular durgun, bütün eşyâda durgunluk!

O ferş-i nîlgûn üstünde, tıfl-ı nâzenin-vâri,

Uyurken dâye-i bîdar-ı subhun tıfl-ı envârı;

Güneş, pîşinde dağlar perde-dâr olmuş, harîmindan

Görünmüş, sonra şehrâhında yükselmişti tedrîcen.

Teâlî eyleyince birzaman bâlâ-yı kudrette,

Ziyâlar mevc mevc oldu o pehnâ-yı rükûdette.

Bu cûşişler o dagın havz-ı simîni uyandırdı;

Sabâ enfâs-ı sevdâ perveriyle dalgalandırdı.

Açıklardan gelen emvâc-ı peyderpeyle, sâhilden

Demâdem oldu vecd-efzâ, hazin bir nağme, birşîven.

Kulak verdim o âhenge: Meğer âheng-i şi'rinmiş!

O cûşiş-zâr olan kulzüm senin ummân-ı fikrinmiş,

Güneş: Rûhun imiş; bir huzme şeklinde inen nûru:

O menba'dan hurûşan sânihanmış doğrudan doğru.

Tecellî etti artık anladım: Sensin bütün dünyâ..

Bu senlikte fakat ey yâr-ı gaib, ben neyim âyâ?

Bugün 139 ziyaretçi (434 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol